1 Haziran 2012 Cuma

Topuklu Ayakkabı

Yüzyıllardır var olup da, sadece tek bir cinsin keyfini çıkardığı ender şeyler vardır hayatta. Elmaslara veya zümrütlere bürünmek, kürklerle donanmak, belki bir haute-couture tuvaletle dans etmek ya da en basitinden incecik topuklarla dolaşmak...  

Hanımlara verilen bu lüks lütufların tartışmasız en karizmatiklerinden biridir topuklu ayakkabılar. Koleksiyonerleri de vardır, farkında bile olmayanları da. Ama kesin olan bir şey var, o da kadınlar yüksekte olmayı sever.

Hangi kadın kendisini incecik topuklarla daha yüce hissetmez, ya da hangi kadın topuğun sihirini keşfetmemiştir sizce? Topuk pontlarıyla, paralel bir güven artışı sözkonusudur kadınlarda. Peki topuğun bu gizli sihri nerede saklı sizce? Bacakları uzatmasında mı, bilekleri olduğundan daha ince göstermesinde mi, yoksa yürüyüşü daha kontrollü hale getirmesinde mi? Belki de hepsinde. Ama şu bir gerçek ki, "topuklu ayakkabı" lafı bile yüreklerde tatlı bir heyecan yaratmaya yetiyor.

Küçük yaşta başlayan bu gizli merak, annelerin üç numara büyük ayakkabılarını denemekle başlar öncelikle. Provalar yapılır, aynada bacaklar seyredilir. Ardından o küçük çocuk büyür ve ilk topuklu ayakkabı giyilmeye başlanır. Topuk seçimi insanın kişiliği ve tarzıyla da birebir alâkalıdır. İncecik topuklar feminen ve nazlı karakterlerle mükemmel uyum sağlar. Maskülen tarzların vazgeçemediği topuksuz loafer'lar ya da dümdüz babetler, sadeliği ve doğallığı ifade eder. Kısacası seçilen topuk vücut dilinin simültane tercümesidir adeta...

Kişisel tercihlerin ötesinde tarih boyunca değişen moda hareketleri hanımların ayakkabı topuklarını belirleyen en önemli etken oldu. 18. yüzyılın Marie Antoinette dönemi lükens topukları, yani şimdiki "sabrina" modeli, zamanla yumurta topuklara, ardından da işlevselliği açısından düz ve kısa topuklara doğru ilerlemiş. 1900'lü yılların başlarında balıketli beyaz tenli kadınların ayaklarını süsleyen topuklar ise yine incelmiş.

Topukta yapılan ilk devrim, 50'li yıllarda dolgu topuğu yaratan Salvatore Ferragamo'ya ait. Bu ayakkabı mucidinin dolgu topuğun hemen ardından tasarladığı "misina" ayakkabısı, moda çevrelerince bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

"Topuklu ayakkabıcı" olarak nam salan tasarımcılardan Christian Loubotin, Jimmy Choo ve Manolo Blahnik başı çekenler olarak kabul edilse de, son yıllarda Bruno Magli ve Sergio Rossi de hatırı sayılır bir şöhrete sahipler. 90'larda başlayan ve hâlâ hüküm süren "Blahnik krallığı", kadınlara şık bir tüketim sahası açmakla kalmıyor, varolan bu monarşide Blahnik'in ayakkabıları ve çizmeleri önde gelen moda ikonaları tarafından her sezon adeta kapışılıyor... Bir başka gerçek ise, moda metropolleri, her biri 450 ile 2 bin dolar arasında değişen Manolo'lar uğruna aç gezmeyi seçen kadınlarla dolup taşıyor! "Tanrı kadınların topuklarla yürümesini istemeseydi Manolo Blahnik'i yaratmazdı" diyor, efsanevi modacı Karl Lagerfeld. Doğrusu moda dünyasında bu görüşe katılmayan da neredeyse yok gibi...

Her sezon başı genelde tüm modaevlerinin vazgeçemedikleri yüksek ökçeler; stilettolar, lükensler, sabrinalar gibi farklı isimlerle gruplandırılıyor. Ve bu topuk terimlerinden sadece birine odaklanılıyor. Ayakkabı tasarımları bu modellerle zenginleştirilerek o sezona damgasını vuruyor. Podyumlar topuk sesleriyle hız kazanırken, bazen eskinin büyük rağbet gören topukları gündeme gelerek yeni bir çığır açıyor.

Siz hiç Madonna'yı veya Marilyn Monroe'yu düz ayakkabılarla gördünüz mü? Farklı giyim stilleriyle dönemlerine damgasını vuran bu kadınlar için olmazsa olmaz bir detaydır topuk ve bu sahte yükseklik sevdası her kadının vazgeçemeyeceği detaylardandır, hem de her yaşta...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder